30 Ağustos 2024 Cuma

#KIBRIS ve #KUDÜS

 




ve
Kıbrıs ve Kudüs’ün elden çıkması ve bu gün yaşananlar bir biri ile bağlantılı.
Konuyu biraz eşersek bu hakikat ortaya çıkar.
Haydi bakalım..
MÜSLÜMANLARIN İLK DENİZ SEFERİ KIBRIS’A ,,
VE HALA SULTAN
649 yılında, Hz. Osman döneminde Kıbrıs’a sefer düzenlenir. Bu, aynı zamanda Müslümanların ilk deniz seferidir.
Ve Kıbrıs’ta ilk Müslüman varlığı 649 yılında ki bu seferle oluşur.
Halife Osman döneminde Şam eyalet Valisi Muâviye b. Ebû Süfyân, yıllardan beri Bizans’a karşı Anadolu’da karadan yürütülen savaşların yanı sıra denizden de hücuma geçmenin kaçınılmaz olduğunu görerek ,adını bakır madeninden (Latince .cyprum/cuprum) alan Kıbrıs’a bir donanma gönderilmesi hususunda halifeye teklif de bulunarak ikna eder.
Halife, sahillerin askerle takviye edilmesi ve hiç kimsenin sefere zorlanmayıp yalnız gönüllülerin alınması şartıyla Kıbrıs’a hareket edilmesine izin verir. Muâviye’nin 28 (648-49) yılında Kıbrıs üzerine düzenlediği sefere;ünlü sahabelerden
Ebu Zer, Ebu’d-Derda, Şeddad bin Evs gibi bir çok gönüllü sahabinin yanında daha önce Uhud ve Huneyn gibi savaşlarda bulunup yaralı askerlere hizmet eden Ümmü Harâm kocasıyla birlikte savaşa katılmak için Dımaşk (Şam) ve Humus seferlerine de katılarak ilk yardım vs geri hizmetlerde bulunan Peygamber Efendimizin (SAV) süt teyzesi Ümmü Haram binti Milhan, ilerlemiş yaşına rağmen Peygamber müjdesine nail olmak üzere Akabe biatlerinde bulunan,, Hz. Peygamber’in bütün gazvelerine katılan, Mekke fethinde Ensar birliğinin kumandanlığını yapan
Hz. Ömer döneminde Kudüs’te kadılık, Humus’ta valilik yapan kocası büyük sahabi Ubâde b. Sâmit ile birlikte Kıbrıs’a yapılan sefere katılır.
Şam eyalet valisi Hz. Muâviye, Mısır eyalet Valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i de sefere çağırır.
Müslüman fdonanması; 649 ilkbaharında 1700 gemiyle (Ebü’l-Ferec, I, 180) Akkâ’dan denize açılır.
Muâviye filonun idaresini Abdullah b. Sa‘d Ebû Serh ile Abdullah b. Kays’a verir.
Müslümanlar Kıbrıs’ın merkezi Konstantia önünde karaya çıkarak şehri kuşattılar. Kıbrıs’a çıkarma yapan İslam ordusu, karaya çıkınca Ümmü Haram, Larnaka civarında bindiği katırdan düşerek şehid olur ve oraya defnedilir.
Ve defnedildiği yere türbe yapılır.
Ümmü Haram, ülkemizde #HalaSultan olarak bilinir.
Bunun sebebi Arapça’da ana bacılarına (Hale) denir.
Türkçemize ise “Hala “ olarak geçmiştir.
Anadolumuz da ve Bosna’dan Çin Seddine kadar Türk dünyası, baba bacısına “BİBİ” dedikleri halde son asırda maalesef güya “şehirli taifesi” baba bacısına “hala, ana bacısına da Teyze demektedir.
Kıbrıs’ın “manavi sahibi”; Hazrec kabilesi Neccâroğulları’ndan ve Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym ‘in kız , her ikisi de Bi’rimaûne hadisesinde şehid düşen Harâm ve Süleym de erkek kardeşleri olan
Ümmü Haram, Hz. Peygamber’le (s.a.s.) yakınlığı sebebiyle Anadolu ve Kıbrıs halkının doğru kelime kullanımı ile Arapça “hale” “hala” ya dönüştürülerek “#HalaSultan “ olarak bilinmektedir.
Kıbrıs çıkarmasın da Erbakan’ın ila kurtulsun arzusuna rağmen BM ve diğer gülü ülkelerin “ateşkles” baskıları sonucu ordumuz daha fazla ilerlemez. Dolayısıyla Ümmü Haram’ın (ra) Türbesi , maalesef Rum kesiminde kalmıştır.
Hala Sultan Türbesi, İstanbul’daki Eyüp Sultan Türbesi gibi Kıbrıs’taki İslâm varlığının en eski izini teşkil etmesi, ayrıca Hz. Muhammed’in bir yakınına ait olması sebebiyle Kıbrıs’ın fethinden itibaren adada yaşayan Müslüman Türkler’in ve gayri Müslimlerin de en önemli ziyaretgâhı olur. 1. Dünya Savaşı’na kadar buradan geçen Osmanlı gemilerince top atışı ile selâmlanır.
KIBRIS, İSTANBUL GİBİ PEYGAMBER MÜJDESİDİR
Resûlullah’ın (s.a.s.) dedesi Abdülmuttalib’in annesi Selmâ, Neccâroğulları’ndan olduğu için Ümmü Harâm ve Ümmü Süleym ile Resûl-i Ekrem arasında süt veya soy bakımından teyze-yeğen ilişkisi vardı. Bazı kayıtlara göre göre Ümmü Harâm, Hz. Peygamber’in süt halalarından biriydi, bazılarına göre ise aralarında babası veya dedesi yönünden süt halalığı bulunmaktaydı. Bu sebeple Resûlullah kendini onlara daha yakın hisseder, Kubâ Mescidi’ni ziyarete gittiğinde her iki kardeşin orada bulunan evlerine misafir olur, yemek yer, öğle uykusuna yatar, dinlenirdi
“Hala Sultan” Kıbrıs’ın ve İstanbul’un fethini müjdeleyen hadislerin de kaynak kişisidir.
Ümmü Haram’ın Kıbrıs seferine katılması bizzat Efendimizin (sav) müjdesidir.
Buhari ve Müslim’in Enes bin Malik’ ten rivayet ettikleri Hadis-i Şerif şöyledir:
“Allah’ın Resulü (sav) teyzem Ümmü Haram binti Milhan'ın evine gelir. O’da da Peygamberimize yemek ikram ederdi.
O sırada Ümmü Haram Ubade bin Samit'in nikâhı altında idi.
Yine bir gün Allah’ın Resulü (sav) Ümmü Harâm'ın ziyaretine geldi. Teyzem yemek ikram ettikten sonra başını tarayıp temizledi. Akabinde Rasûlullah bir müddet uyudu. Sonra öğle uykusundan gülerek uyandı.
Ümmü Haram dedi ki:
- Ey Allah’ın Resulü! Seni güldüren nedir?
- Rüyamda ümmetimden birtakım Cennetlik insanlar; hükümdarların tahtlarına kuruldukları gibi gemilere kurulup ihtişamlı bir şekilde Allah yolunda harbe giderlerken gösterildiler.
Bunun üzerine Ümmü Haram şöyle dedi:
- Ey Allah’ın Resulü! Beni de o deniz gazilerinden kılması için Allah'a duâ ediver!
Allah’ın Resulü (sav) Ümmü Haram için duâ etti. Sonra başını yastığa koyup bir müddet daha uyudu. Sonra yine gülerek uyandı.
Bunun üzerine Ümmü Haram yine merakla sordu:
- Ey Allah’ın Resulü! Seni güldüren nedir?
- Ümmetimden yine birtakım insanlar bana meliklerin tahtlarına kuruldukları gibi bu defa kara yoluyla debdebeli bir kafile hâlinde Allah yolunda gazaya gider hâlde gösterildi."
Ümmü Haram yine dedi ki:
- Ey Allah’ın Resulü! Beni de o mücâhidlerden kılması için Allah'a duâ ediver!
Fakat bu kez Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurdu:
- Sen birinci kafiledesin.”
Görüldüğü gibi Kıbrıs ve İstanbul’un Müslümanlar tarafından fethi bizzat Hz. Peygamber’in müjdesidir.
Bu iki diyara sefer yapan ilk ordular, Allah-ü Teâlâ tarafından gaybî bir bilgi olarak Hz. Peygamber’e gösterilmiş, o da ümmetine bunu “Hala Sultan” vasıtası ile tebliğ etmiştir. Müslüman Türkleri de İstanbul ve Kıbrıs fetihlerinde motive eden ana unsurlardan biri bu “fetih” müjdesi olmuştur.
Türbe, Kıbrıs’ın Rum kesiminde, Larnaka şehri dışında Tuz gölünün yakınında yer almaktadır.
Hala Sultan Türbesi, İstanbul’daki Eyüp Sultan Türbesi gibi Kıbrıs’taki İslâm varlığının en eski izini teşkil etmesi, ayrıca Hz. Muhammed’in bir yakınına ait olması sebebiyle Kıbrıs’ın fethinden itibaren adada yaşayan müslüman Türkler’in ve gayri Müslimlerin de en önemli ziyaretgâhı olmuştur.
I. Dünya Savaşı’na kadar buradan geçen Osmanlı gemilerince top atışı ile selâmlanan türbe padişahlar ve devlet ricâli tarafından sunulan kıymetli hediyelerle donatılmıştır. 1959’da onarım geçiren ve Kıbrıs Evkaf Dairesi’nce içinde bir kütüphane tesis edilen tekke 1963’te Rumlar tarafından tahrip edilmiş ve bir süre askerî karargâh olarak kullanılmıştır.
2005’te restore edilip 2008 yılında ibadete açılan tekke, kandil günleri, Cuma ve bayram günlerinde ibadet etmek isteyenlerin uğrak noktası olmaya devam ediyor.
...
1571 yılında, Venedikliler’den alınan ve 307 yıl Osmanlı hakimiyeti altında kalan Kıbrıs’ın yönetimi 1878 yılında “hükümranlık hakkı Osmanlı İmparatorluğunda kalmak kaydıyla” İngiltere’ye devredilir.
Çünkü Ruslar, “93 Harbi” diye anılan “1877-1878 Rus savaşı” denilen savaşta; batıda Yesilkoye inerek İstanbul önlerine geldiler.
Doğu da ise ta Erzurum'a kadar Asya topraklarımızı işgal ettiler.
İstanbul surları dışında Ayastefanos’ta (Yeşilköy) karargâh kuran Rus Kuvvetlerinin 3 Mart 1878 tarihinde dikte ettiği anlaşma ile 93 Harbi sona eriyordu.
Ruslar, Yeşilköy - ayestofones anlaşması ile
geri çekilme karşılığında kendi kontrollerinde
Egeden Adriyatik denizine kadar geniş bir “Bulgaristan” oluşturmayı Osmanlı idaresine kabul ettirdiler.
Böylece Ruslar Akdeniz'e iniyor.
Karadeniz Rus gölü oluyordu.
Bu gizli anlaşmayı haber alan İngiltere, Rusların ege ve Adriyatikken Akdeniz'e inmesi,
Osmanlı'nın Avrupa va Asya da toprak kaybetmesi ile Hindistan ile irtibatlarımın sıkıntıya girmesi
Ayrıca Rusların Avrupa da güç kazanması doğuda Osnalı hakimiyetindeki geniş Arap coğrafyasına etki etmesi işine gelmiyordu.
Daha önce Kıbrıs ve Kudüs vilayetlerimizi gezerek roman yazan ve Osmanlının sıkışık bir zamaında İngiliz Başbakanı olan Disraeli, Kraliçe Viktorya’ya gönderdiği 5 Mayıs 1878 tarihli mektupta Kıbrıs ile ilgili niyet ve planını şöyle açıklar: “Eğer Babıâli, Kıbrıs’ı majestelerine verecek ve karşılığında Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya’daki topraklarını Rus istilasına karşı İngiltere’nin savunacağını taahhüt eden bir anlaşma yapacak olursa, İngiltere’nin kudreti artacak ve majestelerinin Hindistan İmparatorluğu da son derece kuvvetlenecektir… Kıbrıs Batı Asya’nın anahtarıdır.”
Oldukça ağır şartlar içeren bu anlaşmaya ile Rusların aşırı derecede güçlenmesinden ve sıcak denizlere inmesinden kaygı duyan başta İngiltere,
Rusya'ya karşı Osmanlıyı yaşatmak ve korumak arzunu bildirerek
Akdeniz de gerekli tedbiri almak üzere Kıbrıs da üstlenmek için İngiltere Osmanlı yönetimine “
ültimatom verdi.
İstanbul ve Erzurum kapılarına dayanan Ruslara karşı Abdulhamit, İngiliz ültümatomunu Osmanlı’nın işine yarar diye kabul ederek Biritanya İmparatorluğu ile Kıbrıs Antlaşması imzalanarak, Kıbrıs idaresi geçici olarak Birleşik Krallık’a bırakıldı.
İngiltere'nin yılda 92.799 sterlin haraç vermesi karşılığında 4 Haziran 1878 tarihinde imzalanan Kıbrıs Sözleşmesi ile ada İngiltere’ye kiralandı.
Yapılan antlaşmaya göre Rusya Doğuda işgal ettiği Kars, Ardahan ve Batum'dan geri çekilirse İngiltere de Kıbrıs adasını boşaltacaktı.
“Madde : 1
“Rusya Devleti Batum ve Ardahan ve Kars veyâhûd mevâkı-i mezkûreden birini yed-i zabtında tutup da ileride her ne vakit olursa olsun mu‘âhedei kat‘ıyye-i sulhiyye ile ta‘yîn olunan Asya memâlik-i şâhânesinden bir kısmını daha zabt ve istîlâya tasaddî edecek olursa ol hâlde İngiltere Devleti memâlik-i mezkûreyi silâh ile muhâfaza ve müdâfa‘a etmek üzre Saltanat-ı Seniyye ile birleşmeyi ta‘ahhüd eder ve buna mukâbil zât-ı hazret-i pâdişâhî dahi Memâlik-i Mahrûse’de bulunan teba‘a-i Hıristiyâniyye vesâ’irenin hüsn-i idâre ve himâyelerine müte‘allik ileride devleteyn beyninde kararlaşdırılacak olan ıslâhât-ı lâzimeyi icrâ edeceğini İngiltere Devleti’ne va‘d ile berâber devlet-i müşârun-ileyhâyı ta‘ahhüdât-ı vâkı‘asının icrâsınca lâzım gelen vesâ’iti te’mîn edebilecek bir hâle koymak için kendisine Kıbrıs cezîresini tahsîs ve asker ikâmesiyle cezîreyi idâre etmesine muvâfakat eyler.”
Rusya Devleti; Batum, Ardahan, Kars veya adı geçen yerlerden birini işgal altında tutup da ileride ne zaman olursa olsun, kesin barış anlaşmasıyla tayin olunan Osmanlı Devleti’nin Asya topraklarından bir kısmını ele geçirip istilaya başlayacak olursa, İngiltere Devleti bu toprakları silahla korumak ve savunmak üzere Osmanlı Devleti ile birleşmeyi taahhüt eder. Buna karşılık Padişah hazretleri de ülkesinde bulunan (ermeni) Hıristiyan ve diğer tebaanın iyi idare ve korunmasıyla ilgili olarak ileride iki devlet arasında kararlaştırılacak olan gerekli ıslahatı uygulayacağını İngiltere Devletine vaat eder. Bununla beraber, adı geçen devleti bu taahhütlerinin yerine getirilmesi için lazım gelen vasıtaları sağlayabilecek duruma getirebilmek amacıyla kendisine Kıbrıs Adası’nı tahsis etmeye ve asker yerleştirerek adayı idare etmesine muvafakat eder.
Madde:2 İşbu sözleşme tasdik edilecek ve tasdik edilmiş nüshaları bir ay içinde veya mümkün olduğu takdirde daha önce teati edilecektir. İki tarafın temsilcileri onaylarını belirtmek üzere iş bu sözleşmeyi imza etmişler ve mühürlemişlerdir.”
Böylece Osmanlı, Anadolu’daki Hıristiyanlar”Ermeniler” üzerinde İngiltere’ye himaye hakkı tanımayı kabul ediyordu.
Padişah 2. Abdülhamit, 4 Haziran 1878 tarihli Kıbrıs anlaşmasının üzerine kendi el yazısıyla “
“Hukuk-u şahaneme asla halel gelmemek şartıyla muahedeyi tasdik ederim” şeklinde ibare ilave ederek hükümranlık yani egemenlik haklarını koruma altına almayı planlanmayarak 15 Temmuz 1878 günü imzalar.
Padişah ayrıca İngiliz elçisi Layard’dan bu hususu teyit eden “Haşmetlû Kraliçe Hazretlerinin sefiri, zat-ı Hazret-i Padişahının 15 Temmuz tarihli ittifak-i tedafüi ahitnamesinin tasdikiyle murat buyurdukları veçhile hukuki şahanelerine asla halel getirilmeye say edilmeyeceğini beyan eyler.” Şeklinde bir senet/ belge alır.
Abdülhamit bununla da yetinmemiş, bu hususu teyit için İngiliz Kraliçesi Viktorya’ya da bir mektup yazarak Kıbrıs’ta hukuki hükümranlığının devam ettiğini bildirir.
93 Harbi sırasında Rus İmparatorluğu karşısında yenilen Osmanlı İmparatorluğu, Ruslara karşı ödün vermemek amacıyla, Birleşik Krallık'ın isteği üzerine ada
Kıbrıs Antlaşmasına ek olarak 1 Temmuz 1878’de şu altı madde kabul ediliyordu:
“a) Kıbrıs’ta İslâmlar için İslam hukuku uygulanmak üzere Osmanlı adalet sistemi aynen çalışmaları sürdürülecek; Ada’da bir şer-iye mahkemesi kurulacak ve bu mahkeme Müslüman halkın şeriata müteallik işlerine bakacaktır.
b) Evkaf mülkü yönetilecek;
c) Kıbrıs giderinden artan gelir Bâbıâlî’ye ödenecek;
İngiltere, masraflar çıktıktan sonra kalan gelir fazlasını her sene Bab-ı Ali’ye ödeyecek ve bu fazla miktar son beş yılın ortalaması üzerinden hesaplanacaktır. Bu da 22.936 mese ( 92.799 Sterlin, 11 Shilling ve 3 penny ) etmektedir.
ç) Bab-ı Ali Kıbrıs’ta bulunan Osmanlı tahtına ve Devleti’ne ait arazi ve sair mallarını ( Miri arazi ve Emlak-i Hümayun ) serbestçe satacak veya uzun müddetle kiralayabilecektir. Kıbrıs’taki Osmanlı hanedanı veya Devletine ait araziyi Padişah satabilecek veya icar edebilecek
d) İngiliz hükümeti, yetkili memurlar vasıtasıyla, umumi gelişme veya sair inkişaf maksatlarıyla gerekli arazi ve ekilmeyen toprakları mecburi satışla veya münasip bir fiyatla zapt edebilir. İngiliz yönetimi, kamu amaçları için arsa istimlâk edebilecek,
e) Eğer Rusya, Kars ve son muharebede Ermenistan’da zapt etmiş olduğu diğer yerleri Osmanlı’ya iade edecek olursa Kıbrıs adası İngiltere tarafından boşaltılacak ve 4 Haziran 1878 tarihli ittifak anlaşması da hükümsüz bir hale gelecek.
……………
Ve böylece 1960 yılına kadar süren İngiliz idaresi başladı.
..
Kıbrıs'ın İngiltere'ye kiralanması sonucu;
Ruslarla yapılan Ayastofenos-Yesilkoy" Aya Stefano Antlaşmasında Ruslara verilen tavizler, İngiltere'nin bastırması
Avrupalı güçlerle Ruslara karşı Osmanlıyı savunma tehdidi Ruslara geri adım attırarak Avrupa ve Asya da Osmanlı topraklarının buyuk ölçüde kurutulmasini İstanbul'un Ruslar tarafından işgal tehdidini önledi..
Fakat, İngiltere, bir yandan tehdit ve baskı uygulayarak Osmanlı ile anlaşma yaparken, bir yandan da Rusya ile pazarlığa girişip çıkar bölüşmesi yapmış ve 30 Mayıs 1878 tarihinde gizli bir anlaşma yaptı. Böylece 30 Mayıs 1878 tarihli İngilizRus gizli antlaşması ile İngiltere ve Rusya, Berlin Antlaşması konusunda aralarında anlaşırlar.
Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ı vermesine rağmen Berlin Kongresinde İngiltere’den umduğu desteği bulamamaması bir tarafa hiç ilgisi olmadığı halde kongreye Yunanistan’ın da katılmasını sağlamış, Osmanlı Devletinin başına yeni dertler açar.
Ote yandan Kıbrıs’a yerleşmesine, Şam bölgesinde imtiyazları olan Fransa’nın karşı çıkmaması için, Fransa’nın da Tunus’u alabileceğini, bunu destekleyeceğini bildirir. İngiliz dışişleri bakanı Sallsbury, Fransız meslektaşı Waddington’a “Tunus’u almalısınız. Kartaca’yı barbarların elinde daha fazla bırakmayınız.” Diye teşvik etmekten de geri kalmayarak Berlin Kongresinde Osmanlı Devletine karşı ikiyüzlü bir politika izlemenin en ibret verici örneklerini sergiler.
Tıpkı israile Gazedeki çocukları doğmayan bebekleri öldürsün diye en ölümcül silahları veren ABD’nin Gazze de barış yapılmasına öncülük ettiği gibi.
………
İngiltere, Osmanlı topraklarında özellikle de Ermenilerin yaşadığı doğu vilayetlerinde reform yapılması için sürekli olarak Osmanlı Devleti’ni baskı altında tutmuş, Osmanlı hükümetlerine sık sık diplomatik notalar vermiştir. Diplomatik notalarda ıslahatların ne şekilde, nereleri ve neleri kapsaması gerektiği belirtildikten sonra, notaya hukuki dayanak olarak Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ve Kıbrıs Antlaşması gösterilmiştir. İngiliz hükümetleri, Babıali’ye vermiş oldukları notalardan tatminkar neticeler alamayınca, bu defa Osmanlı Devleti’ni, Rusya’ya karşı koruma taahhüdü içeren Kıbrıs Antlaşması’nı uygulamamakla tehdit etmeye başlamıştır. Örneğin, 17 Temmuz 1879 tarihli bir notada İngiltere, üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen Anadolu ıslahatı noktasında Osmanlı hükümetlerinin henüz olumlu bir adım atmamış olduğunu, bu durumdan İngiliz kamuoyunun çok rahatsızlık duyduğunu ve eğer süreç bu şekilde devam ederse, İngiltere’nin de Kıbrıs Antlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini Babıali’ye hatırlatmıştır.
...
İngiltere’nin müdahalelerinde “Osmanlı Devleti’nin haklarına zarar gelmemesi” açık şartıyla onaylanmış ve bu şart ile kayıt altına alınması da, “bir zaman sonra İngiltere Devleti tarafından böyle yersiz ve kabul edilemez bir teklif ileri sürülmesine meydan vermemek” için kullanılmıştır.
İngilizlerin, Levantan denilen doğu Akdeniz
Ve Kudüs 'u kontrol etmek için Akka ve İskenderunu işgal Kıbrıs' i ele geçirme rüyaları daha önceye dayanır.
Zira 19. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en büyük ve en güçlü donanmasına sahip bir sömürge imparatorluğu olarak en önemli sömürgeleri Hindistan ve Uzakdoğu ile Afrika’ daki çıkarlarını, buraların emniyetini koruyabilmek için doğu akdenizi kontrol etmek üzere Kıbrıs’a sevdalandı
Mısır hidivi Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim komutasında ordu ile Konya'ya dayanması uzerine İngiliz müdahalesi sonrası bu rüyayı ete kemiğe burundurerek İncilde geçen kehanetlerin gerçek olması için Kudüs vilayetine Yahudi getirmeyi düşünürler.
Bunun alt yapisini oluşturmak içinde harekete geçerler.
1814 yılında J.M.Kinner isimli bir İngiliz ajan /memur, Kıbrıs’a gönderilerek rapr istenir.
J.M.Kinner, Kıbrıs’ın İngiltere için önemini şöyle anlatıyordu. “Kıbrıs’a malik olmak, İngiltere’yi Akdeniz’de üstün bir duruma yükseltecek ve ülkelerinin müstakbel kaderini tanzim edici bir mevkie ulaştıracaktır. Mısır ve Suriye derhal İngiltere’ye tabi olacaklar ve Küçük Asya’nın hareketlerini önleyici bir duruma ulaşılmış olunacaktır. Böylece, Sultan daima kontrol altında bulundurulacak ve Rusya’nın bu bölgedeki tecavüzleri önlemezse bile geciktirilmiş olacaktır. Kıbrıs’a malik olmak İngiltere’nin ticaretini de kayda değer bir derecede artıracak, adanın zengin içkilerinin, ipeklerinin ve diğer istihsal maddelerinin, Mısır’ın şeker ve pirincinin, Anadolu’nun tütün ve pamuğunun tevzi hakkını İngiltere’ye bahşedecektir.”
Sadece o mu?
1830 yılında henüz 26 yaşında olan ve Benjamin Disraeli olarak bilinen sonradan - İngiliz devlet adamı - Yahudi kökenli ilk Britanya başbakanı olacak bir Yahudi'yi göndererek bölgeden rapor alırlar.
Bu Yahudi ajan, Kıbrıs’ı ziyaret ediyor; orda yalnız bir gün kalmakla birlikte, Ada hakkındaki izlenimlerini romantik biçimde ve takdirle anlatıyordu. Kıbrıs’tan sonra Beyrut, Suriye, Kudüs ve Filistin’in (Israel) öteki yerlerini de gezen Disraeli, bir Musevî olarak büyük ölçüde etkileniyor; bu gezilerden edindiği izlenimleri, 15 yıl sonra 1847 yılında kaleme aldığı “Tancred” adlı bir romanda dile getirerek kamu oyu oluşması icin çaba sarf ediyorlar.
Zaten bu gün dahi işleri güçleri edebiyat, sinema, tiyatro sanat adına ne var ise gayeleri için propaganda aracı olarak kullanmak.
O dönem de de bunu seçiyorlar.
Çok önceden
İngilizlerin Osmanlı mülkündeki istedikleri işgalin nedeni, Ziyonizmin amaçlarından değişik değildir. İngiltere, Kıbrıs’la Akkâ’yı işgal ederse, Musevilerin Filistin’e götürüleceklerine ve “İncildeki gerçeğin Kutsal Topraklara döneceğine” inanıyorlardı.
Disraeli, İngiltere Kıbrıs’ı alırsa, ergeç Filistin’le Suriye’nin de İngiliz etkisi altına gireceğini, dolayısıyla bölgeye Yahudi göçü ve etkisinin artacağını dolayisyla Kudüs'e bir gün hakim olacaklarını umut ediyordu.
İlerde birkaç kez İngiltere Başbakan’ı Benjamin Disraeli, “Kıbrıs Batı Asya’nın anahtarıdır” diyerek İngiliz krallığını kışkırtarak esas düşüncesine paravan yapıyordu.
Disreeli, “Tancred” adlı kitabında Disraeli , Kıbrıs’ın İngiltere için stratejik bakımından taşıdığı önemi uzun uzun anlattıktan sonra bir yerinde şöyle der; “İngilizlerin Kıbrıs’a ihtiyacı vardır ve burasını alacaklardır.”
İngiltere’nin o dönemdeki devlet ve fikir adamları; Kıbrıs’ın Hindistan yolunun emniyeti bakımından sahip olduğu stratejik önemine dikkat çekerek etkileme yoluna gidilerek iştahlar kabartılıyordu.
Siyonist hareket, Teodor Herzl ile başlamış değil ki..
Belki adına zamanın gereği Siyonizm demiyorlar da Yahudilerin rahat edeceği yer diye işi kılıfına uyduruyorlar.
Büyük güçleride kendi çıkarlarını öne çıkararak asıl gayelerine ulaşma arzusunda idiler.
BENJAMİN DİSRAELİ, ROTHSCHİLDLER VE KUDÜS (FİLİSTİN)
- Benjamin Disraeli, Yahudi kökenli bir İngiliz devlet adamı olan Benjamin Disraeli, İngiltere başbakanlığı görevine iki kez getirilir.
İngiliz siyasi hayatında hiçbir Yahudi’nin ulaşamadığı yüksek mevkilere gelir. Siyasi hayatından önce bir roman yazarı ve hatip idi. 1844 yılında yayınladığı “Yeni Nesil” adlı kitabında yeni bir dünya ve yeni bir oluşumdan bahsetmektedir. Bu yeni dünyanın kurucularını da Rothschildler olarak tarif eder. Hikâyede ki Sidonia adlı karakterin Lionel Rothschild olduğu bilinmektedir. Benjamin Disraeli de manevi olarak Rothschild ailesinin bir ferdi sayılabilir. Ailenin hedefleri noktasında Benjamin Disraeli’nin de büyük payı vardır. Rothschildlerin hem dünya ekonomisinde hem de dünya politikasında karar verici bir konumda olmalarının mimarlarındandır. Benjamin Disraeli’nin Rothschildlere gösterdiği hedeflerin merkezinde Siyonist projeler bulunmaktaydı. Ona göre, Rothschildler Yahudileri onurlandıran insanlardı. Benjamin Disraeli’nin yakın çalışma arkadaşı, Lord Edward Henry Stanley, birlikte yaptıkları bir gezinti sonrası günlüğüne şunları kaydetmişti:
“Hava çok soğuktu. Genellikle hava değişikliklerine karşı çok hassas olmasına rağmen, bu defa dereceye aldırmayarak planını anlattı. Filistin, dedi, doğal nimetlere sahiptir. Bütün ihtiyacı çalışacak çiftçiler ve onların korunması. Toprak, Türkiye’den satın alınabilir. Para, Rothschildlerden ve ileri gelen İbrani kapitalistlerden gelecek. Türk İmparatorluğu iflasın eşiğinde ve gelir sağlamak için her şeye razı olur. Yapılacak şey, toprak üzerindeki haklara sahip kolonilerin kurulması ve güvenliğin teminat altına alınması. Vatandaşlık konusu, bunların gerçekleşmesine kadar bekleyebilir. Bu konuların sık sık Yahudi halkının gündemine geldiğini ekledi. Bunları gerçekleştirecek Yeni Mesih’in, ulusunun gerçek kurtarıcısı olacağını söyledi.”
Benjamin Disraeli’nin 1851 yılında anlattığı bu plan çok geçmeden Rothschildler tarafından uygulamaya konulur.
Rothschildler’e gençliğinde gezip gördüğü ve kafasındakini halka benimsetmek için Roman bile yazan Yahudi kökenli ilk Britanya başbakanı olan Benjamin Disraeli, Kudüs vilayetimiz de bir Yahudi vatanı için kolları sıvaması ve kesenin ağzını açmasını telkin eder.
Rothschildler, nasıl zengin oldu?
Napolyon savaşları sırasında bazı Alman Prensleri ve Dukaları servetlerini Rothschildlere emanet ederler.
Uzun süren Napolyon savaşları sırasında bu prens ve dukalardan bazıları ölünce paraları Rothschildlere kalır.
Yaşayanlara da iflas ettiklerini söylerler ve ölenlerin mirasçılarına da paraları iade etmezler.
Böylece servetleri, Alman prenslerine dayanır.
Ve edindikleri bu serveti dara düşen ve savaş masraflarını karşılamak için para arayan devletlere büyük faizlerle ödünç vererek servetlerine servet katarlar.
Bu şekilde irtibat kurdukları devlet yöneticileri ile yakınlık temin ederler.
Rothschildler, sağlam temelleri olan mali bir imparatorluk kurduktan sonra da yeni bir devlet kurmak için harekete geçerler.
Disraeli’nin hayali neredeyse 100 yıl sonra, adım adım geliştirilerek 1948’de İsrail’in kurulmasıyla gerçek olur.
ROTHSCHİLDLER VE ABDULHAMİD
İkisi de ilginç taraflardır.
Padişah 2. Abdülhamit; 31. 08. 1876 da 34 yaşında, 34. padişah olur.
1842-1918 yılları arasında 33 yıl süreyle, saltanat süren 34. padişahtır.
Ve Yahudi tefeci Rothschildler’den defalarca faizle borç alan Rothschildler’e çeşitli vesilelerle “madalyalar” takan Padişahtır.
ROTHSCHİLDLERİN OSMANLI DEVLETİ İLE İLK TEMASLARI
Rothschildler, Osmanlı yönetimi ile direkt temasa geçmeden önce “Galata sarrafları/bankerleri” ile temas halindeydi. Rothschildler, Osmanlı’ya faizle borç para veren Galata sarraflarından Fransız asıllı Jacques Alleon aracılığıyla Osmanlı ile ilk ilişkilerini gerçekleştirir.
Rothschildlerin ilk temasları yeni kurulan Yunan devleti ile ilgilidir. Yunanistan’ın, Osmanlı’ya sınır tahsisi için bir miktar tazminat vermesi kararlaştırılır. Yunanistan bu tazminatı, Rothschildlerden alır. Aile paranın Osmanlı’ya nakli için Nathaniel de Rothschild’i görevlendirir. Sultan II. Mahmut döneminde bazı devlet adamları, Rothschildlerden borç alınmasını teşvik ederler.
1828-1829 yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-Rus savaşında, Tuna kalelerinde bulunan Türk Ordusuna gerekli olan meblağ Avusturyalı Stametz-Mayer şirketi tarafından verilir.. Bu şirketin ortakları da Rothschildler idi. Kırım Harbi sırasında Osmanlı Devleti ile Rothschildler arasında çok derin ilişkiler gelişir. Rothschildler, Osmanlı’ya savaş malzemesi sağlar.
Osmanlı Devleti, 40 bin tüfek, 2 bin şişhane, 10 milyon fişek, 50 milyon kapsül satın alır. Bunlar için de 10.514.976 kuruşluk ödeme yapar.
Rothschildler Osmanlı’ya ilk defa Kırım Harbi sırasında büyük meblağlarda borç verir. 1855 yılında 5 Milyon Sterlinlik borç alınır. Borç için Mısır vergileri ve İzmir ile Beriyetüşşam gümrük gelirleri gösterilir. Ardından İstanbul Boğazı’na inşa edilecek fenerler ve 1854 borçlanması için Osmanlı’ya borç verirler.. Paris elçiliğinin finanse edilmesi amacıyla, aileden, 600 bin frank borç alınır.
ROTHSCHİLDLERİN, II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ OSMANLI İLE İLİŞKİLERİ
Rothschildlerden, II. Abdülhamit döneminde, 1891 yılında 6.316.920 Sterlin ve 1894 yılında 8.212.340 Sterlin olmak üzere iki defa borç alınır.
Borçların geri ödemesi ise faizi ile birlikte 20.084.189 Sterlin idi. II. Abdülhamit döneminde, Rothschildlere birçok devlet nişanı da verilir. Mayer Alphonse de Rothschild ve kızı Bettina Caroline de Rothschild’e, Adelheid de Rothschild’e nişan verilmiştir. Nathaniel Mayer de Rothschild’e ise çok kıymetli bir mücevher kutusu hediye edilir. Rothscildler ile Abdülaziz döneminde zayıflayan münasebetler, bilinenin aksine II. Abdülhamit zamanında her yönden gelişir.
İlk nişanın verilmesi 1887 yılında gerçekleşir.. Nişan alanların ilki Baron Edmond James de Rothschild’in Filistin kolonilerinin genel sorumlusu Elie Scheid’dir. Elie Scheid’e dördüncü rütbeden Osmani Nişanı verilir.
Sadarette Kamil Paşa’nın bulunduğu dönemde ise Mayer Alphonse de Rothschild ve kızı Bettina Caroline de Rothschild’e şu yazıyla nişanlar verilmiştir;
“Baron (Mayer) Alphonse de Rothschild’e birinci rütbeden Osmani ve mumaileyhin kerimesi Baron Bettina (Caroline) de Rothschild’e dahi rütbe-i mezkureden Şefkat Nişan-ı Zişanları ihsan buyrulmasına mebn-i muamele-i lazımenin ifası şeref-sadır olan emr ü ferman-ı Hümayun hazret-i Hilafetpenahi iktiza-yı alisinden bulunmuş olmakla ol-babda emr ü ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir.”
Bu dönemde Rothschildler Osmanlı’nın vilayeti Kudüs’de (Filistin’de) koloniler, bile kurarlar.
Kudüs’e (Filistin’e) dair ilk girişimler
Yahudiler için Kudüs-Filistin meselesi Napolyon’un Kudüs işgaline kalkmasına dayanır.
Zira Kudüs Bağdat üzerinden Hinditan’a ulaşarak İskender olma hayalindeki Napolyon, 1799 yılında, Akka kuşatması sırasında, Osmanlı tebası Yahudileri kullanmak için bölgede ki Yahudilere Kudüs ve civarında bir hükûmet vaat eder.
Ancak 10 MAYIS 1799 da Kudüs Fatihi olmak için Akka Kuşatmasında Cezzar Ahmed Paşaya bir mektup yazarak “ömrünün ahir zamanında kendisini kurtararak ibadetle meşgul olmasını kaleyi teslim etmesini” teklif eder. “ Devlet-i Ali Osman bu şehri size teslim etmek için beni vezir yapmadı, ben Boşnak Cezzar Ahmed Paşayım. Şehadet rütbesine ulaşıncaya kadar şehirden size bir damla bile içecek vermeyeceğim.” Diyerek Akka’yı savunan Cezar Ahmet Paşa ‘dan gerekli tokatı yiyen Napolyon, "kader beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı” diyerek ve ''Akka'da durdurulmasaydım, bütün Doğu'yu ele geçirebilirdim!'' sözünü söyleyerek rüyası / hülyası sonlanmış ezik kral olarak Fransa’ya döner.. Yahudilere vaatleri, akim kalır.
19. yüzyılın ilk yarısından itibaren de İngiltere, Hindistan yolu üzerinde bulunan Yahudilerle ilgilendiği görülür. Nathan de Rothschild’in yakını, Moses Montefiore’ye, Kraliçe Victoria’nın “Sir” unvanı vermesi de bu alakadan dolayıdır. Rothschild ailesinin aldığı kararlarda neredeyse Benjamin Disraeli kadar etkili olan Moses Montefiore, Kudüs vilayetimiz - Filistin konusunda İngiltere Dışişleri Bakanlığı ile her zaman iş birliği halindedir.
Kudüs- Filistin’de, bir “Yahudi devleti kurma “ fikrinin bilinen ilk sahibi ise Haham Zevi Hirsch Kalischer idi. Kalischer, 1836 yılında, Amschel Mayer Rothschild’e, Filistin ve Mısır Valisi olan Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dan Kudüs’ün satın alınması için girişimde bulunmasını ister. Kalischer, Montefiore’den de aynı istekte bulunur.
Yani, Rothschild ailesi Filistin meselesi ile 1836 yılından itibaren temas halindedir. Benjamin Disraeli’nin 19 Nisan 1881 tarihinde ölmesinden sonra, Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesi meselesini Rothschild ailesinin ele aldığını görüyoruz. Rothschildlerin, Filistin’e yönelmesi 19. yüzyılın ikinci yarısında, Doğu Avrupa ve Rusya’da Yahudi düşmanlığının zirvede olduğu yıllara rastlar.
Rothschildler, Kudüs’e Filistin’e el atıyor
II. Abdülhamit döneminde,
“Theodor Herzl’in Osmanlı dış borçlarına karşı #Filistin’i istemesi üzerine, II. Abdülhamit’in onu reddedip huzurundan kovdu” diye bilinmesine rağmen Filistin ve Rothschildler ile olan ilişki,
James Rothschild üzerinden gelişmeye başlar.
James Rothschild, Rusya’da zulum altından kaçan gelen Yahudiler için parasını ve masrafları karşılayarak Kudüs vilayetinde Uyun el-Kara, daha sonra Zikhron Ya’akov ve Ekron el-Betty kolonilerini kurarak Filistin’den toprak satın almaya başlar.
Theodor Herzl gibi açıktan ilerlemek yerine sessiz bir şekilde işleri halletme yolunu seçer.
Kolonilere birçok doktor ve mühendis yerleştirir, bataklıkları kurutur. Bu kolonilere 1900 yılına kadar 14 Milyon Frank harcar.
Kudüs - Filistin meselesi için, 16 Haziran 1869 tarihli “Ecanibe Toprak Satışını” düzenleyen kânun, Rothschildlerin işini kolaylaştırır. Bu kânuna göre Hicaz vilayeti dışında kalan topraklarda, yabancılar mülk edinebilecektir. Bu kânundan önce Mustafa Reşit Paşa yabancılara yaranmak için Tanzimat Fermanı ile 1856’da yabancıların Osmanlı topraklarında emlak alması için bir kânun çıkarır. Bu kânun yüzünden birçok emlak ve arazi yabancılara geçer. Bu kânunla devlet, yabancı milletlerinin Osmanlı topraklarında yerleşmesi konusunda kolaylıklar sağlanır. Ayrıca Osmanlı arazisine yerleşmek isteyen yabancıları teşvik için vergi, askerlik gibi bazı konularda muafiyet tanınır. Yabancılara emlak, arazi ve yerleşme hakkı verilmesi, siyasi sorunlar doğur ve yabancı devletlerin taşınmaz mallar üzerinde kontrol hakkı istemelerine yol açar.
Kudüs - Filistin meselesinde de bu kontrol hakkı çok büyük bir dezavantajı yanında getirir.
Rothschildler, Filistin’deki ilk araziyi 1882’de satın alır. 30 yıl içinde çok merhale kaydederler . 1918 yılına gelindiğinde Filistin’in 7.120.000 dönüm toprağından, 650.000 dönümü Yahudi toprağı olur.
BOYACIYAN MİHRAN, UYARIYOR : KUDÜS GİDİYOR
27 Eylül 1891’de Kudüs Mutasarrıflığı Kaymakam Mülazımı olan Boyacıyan Mihran Efendi, bir mektupla Kudüs- Filistin’deki Yahudilerin yayılmacı faaliyetlerini ayrıntılı olarak orataya koyarak sarayı uyarır.
Bu mektuba göre, Gazze ve Yafa sahili arasındaki arazilerin yüzde 50’si Yahudiler tarafından satın alınmıştır. Bu arazilerde 2 milyon kök üzüm asması bulunmaktaydı. Bu göçleri ve arazi alımlarını ise Rothschild, Hirsch ve Alliance Israelite Universelle organize etmekteydi. Boyacıyan Mihran mektubunu, “Rothschild şimdiden beynlerinde ilk padişah sülalesi sırasına geçdiğine nazaran Beni İsrail Devleti top tüfenk ile değil belki tasarruf-ı arazi vasıtasıyla bilamuharebe teşkil olunacaktır.” diyerek bitirerek bu gün yaşanacakları o günden haber verir.
Bunun üzerine Osmanlı devleti, Yahudilerin toprak alımına karşı belli başlı yasaklamalar getirir. Ancak bu yasaklar öahalli idarecilerin çeşitli zaafları sebebi ile uygulanamaz.
Rothschild ve Yahudiler ise bu yasaklara rağmen Kudüs vilayetimize göçleri devam ettirdi, arazileri satın aldı, yeni evler, büyük binalar, değirmenler, fabrikalar inşa etti. Koloniler kurulmaya devam etti. Rothschildler Uyun el-Kara, Ekron el- Betty, Zemarin, Bat Shelomo, Ca’une, Zübeyd, Cisr-i Benan, Mulabbis, Kasdiniyye, Şefeya isimleriyle toplam 10 koloniyi bu dönemde kurarlar.
Osmanlı Devleti, Filistin’e durumu net bir şekilde öğrenmek için tahkik heyetleri gönderir.. Gönderilen heyetlerden birinin raporu şu şekildedir:
“Baron Rothschild, 22.987 dönüm araziye sahiptir. Ayrıca Baron’un adamları aracılığıyla satın aldığı arazi 24.206 dönümdür. Merci’iyyun kazasında yine adamlarınca alınan arazi miktarı 12.800, yine örgütü marifetiyle elde ettiği arazi, Cisr-i Benan’da 2.500, Şecera’da 13.000 dönüm miktarındadır. Safed’deki arazilerinde 138 hane vardır ve 153 aile yaşamaktadır. Merci’iyyun kazasındaki arazisinde 70 hane ve bu kadar aile vardır. Örgütün idaresindeki Cisr-i Benan ve Şecera arazisinde 18 hane ve 20 aile mevcuttur. Baron’un Filistin’de sahip bulunduğu köylerdeki işler, Beyrut’ta bir merkez tarafından idare ve kontrol edilmektedir.”
1898 yılına geldiğimizde ise Filistin’deki yerleşim yeri sayısı 22’dir. Bu 22 yerleşim biriminde 4.722 göçmen ikamet etmektedir. Satın alınan arazi miktarı ise 195.680 dönümdür.
Abdulhamid tehlike karşısında tetbir gayesi ile Musul petrol sahalarındaki toprakları; Hazine-i Hasa’ya kaydettirip “özel mülk” yaptı.
Zira vatan toprakları işgal ve savaş ta kayıp edilse bile uluslar arası hukuka göre “özel mülk “ işgalciler tarafından kamulaştırılamıyordu.
Fakatt.
Mason, çeteci her çeşit terörist , Yahudi, haclı ittifakı ve desteği ile kendi devletine darbe yaparak iktidara el koyan İşbilmez İttihatçılar, Hazine-i Hassa’yı “devletleştirdiler”..
İttihatçılar döneminde Doğu Avrupa ve Rusya’dan aliyah olarak adlandırılan toplu Yahudi göçleri hızlanarak akın akın Kuduse yerleşmek üzere geldiler. Savaş sonunda işgalciler buralara el koyarak Yahudilere peşkeş çektiler.
Yasa dışı olarak gelen Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerine ve tarım yapmalarına izin verilmiyordu. Ancak Filistin’de yaşayan Musevilerin toprak satın almalarına izin verilmekteydi. Bu şekilde yapılan yasaklamalara ve fermanlara rağmen #Filistin’deki Yahudi yerleşiminin kalıcı olmasının ve geniş alanlara yayılmasının önü açılır.. Filistin’e yerleşen Yahudiler de #Rothschildlerin kolonilerinde yaşamaya, tarım yapmaya ve kendilerine yurt kurmaya başlamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Yahudiler, Kudüs vilayetinde 418.000 dönüm toprağa ve 47 yerleşim merkezine sahip oldular .
...
1878 Kıbrıs Sözleşmesi uyarınca, adanın idaresini 1878’de Büyük Britanya üstlenmiş ancak, ada hukuken Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olmaya devam etmiştir.
Osmanlı Devleti, 1914 yılında İttifak Devletleri ile I. Dünya Savaşı’na girince, Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin ayrı saflarda yer almasının da bir sonucu olarak İtilaf Devletleri üyesi olan Büyük Britanya ,Çanakkale savunmasını ve Osmanlı’nın, Almanya’nın yanında yer almasını bahane ederek Osmanlı ile yapmış olduğu anlaşmaları tek taraflı olarak fesih ettiğini ve Kıbrıs’ı ilhak ettiğini dünyaya ilan etti
05. 11.1914′te tek taraflı bir kararla
adayı ilhak eder. İttihat terakki yönetimindeki Osmanlı, kabul etmez.
Osmanlı’nın, Almanya’nın yanında yer almasını bahane ederek Osmanlı ile yapmış olduğu anlaşmaları tek taraflı olarak fesih ettiğini ve Ada’yı da ilhak ettiğini dünyaya ilan etti.
Mehmet Akif’in “
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.
“ diyerek
Yahya Kemal Beyatlı’nın , 26 AĞUSTOS 1922 de Meclis kürsüsünden Peygamber Efendimizin Bedir’de yaptığı duaya istinaden dua niyeti ile
"Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Galib et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın" diye
Haykırarması ile destanlaşan milletin fedakarlığı Ordumuzun gayreti ile kazanılan
istiklal harbi sonucu Lozan'da masaya oturan Ankara hükümeti, Ada üzerindeki İngiliz egemenliğini #Lozan Antlaşmasıyla 1923′de tanır.
24. 11. 1923 tarihli Lozan Anlaşması sının anlaşmanın 20. Maddesi şu şekildedir. “Türkiye, Britanya Hükümeti tarafından 05 Kasım 1914 de ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan eder.
Ne imiş, Rus istilasına karşı “gecici “ kaydı ile Kiralanan Kıbrıs adası İstiklal harbinin muzafer tarafı tarafından İngiltere’ye bırakılır.
“Lozan’a kadar hukuken Osmanlı/Türkiye’nin bir parçası olduğu Uluslar arası hukukçular tarafından da kabuledilen “70000 şehidin kanıyla sulanan ve stratejik bakımdan çok önemli bir vatan toprağı olan Kıbrıs, İngiltere’ye Lozan ‘da meccanen verilir.
Gerek Rodos vs Göz, simi ve Kıbrıs Ada’sının terk ve teslim edilmesi olayı, Türk tarihinde benzeri görülmemiş, korkunç bir gaflet ve zillettir.
ve Kıbrıs, daha sonra 1925 yılında resmen Kraliyet Kolonisi olarak ilan edilir.
…..
18. yüzyıl başlarına kadar Kıbrıs’taki Türk sayısı Rumlardan fazla olmuştur. Tarımla meşgul olan Türklerin elindeki toprak miktarı da Rumlarınkinden fazla olmuştur. İki taraf arasında sosyal ve kültürel hayat hep farklı kalmış, Türkler ve Rumlar arasında evlenme görülmemiş, iki toplumun fertleri ortak ticari işletme kurma gibi davranışlara girmeyerek homejen bir yapı oluşmamıştır.
..
Osmanlı , Kıbrıs'ı haçlı korsanlara yataklık yaptırtan Venediklilerden aldı.
Bu sayede Katolik Latinlerin elinden illallah diyen Rum Ortodoks halkı din özgürlüğüne Osmanlı sayesinde kavuştu. Katolik kilisesi tarafından kapatılan ve mallarına el konulan Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi, başpiskoposluk unvanı verilmek suretiyle yeniden ihya edilip yerli halkın ruhanî ve siyasî temsilcisi olarak ilan edildi. Ortodoks ahali böylece dini ve içtimai hayatında piskoposluk makamının önderliğinde kendi iç hukukuna ve özerkliğine kavuştu.
Osmanlı gelmeseydi tek karış toprağa sahip olamayan, toprak kölesi durumundaki Kıbrıs Ortodoksları; dinleri yasaklandığı için belki de bugün Katolik mezhebine bağlı olacaklardı. Batılı Haçlılar ezdi, Osmanlı geldi, Rumların şereflerini ve dinlerini onlara iade etti.
Ancak, Rumlar tersini yaparak Türk'ün/müslümamın topraklarını gasp edip azınlık durumuna düşürdü.
Tıpkı Yunanistan'da olduğu gibi
Biz Kıbrıs’ı nasıl Rumlardan değil Venediklilerden fethettiysek, Atina’yı da Yunan milletinden değil yine Venediklilerden fetih yoluyla aldık.
Makarios ismini duymayan yoktur. Kıbrıs’taki Türk düşmanı Makarios malum.
tarih de iki Makarios var.
Biri Yunan Başpiskoposu Makarios.
Diğerti Kıbrıs da adayı Yunanistan’a bağlama fikrinin, Enosis’in öncüsü olarak Kıbrıs’ta Türk toplumuna hayatı zehir eden Makarios.,
diğeri i 1394 yılındaki Venedik işgaline karşı Osmanlı ordusunu Atina’ya davet eden Yunan Başpiskoposu.
1387 yılında Korint Derebeyi Floransalı Nerio Atina’yı ele geçirir. Ölünce vasiyeti gereği, şehirden toplanan vergiler 1204’teki Haçlı istilasıyla Katolik Katedrali’ne çevrilen Parthenon’a tahsis edilecektir. Ortodoks Atina ahalisi çileden çıkar. İşte o vakit Başpispokos Makarios Osmanlı’ya haber gönderir. “Gelin bizi kurtarın şu zalim Haçlıların elinden” diye. Nitekim 1456 yılında Fatih Sultan Mehmed’in gönderdiği ordu tarafından fethedilene dek Atina şehri Osmanlı ile Venedik arasında el değiştirir.
Osmanlı 1456 yılında Atina’yı ele geçirince Katolik Başpiskoposu şehri terk eder ve Osmanlı yönetimi boyunca yüksek rütbeli hiçbir Katolik din adamı Atina’ya ayak basamaz. Ancak 1875 yılında, Yunan devleti döneminde bu gerçekleşir.
Biz Kıbrıs’a üç asırdan fazla, Yunanistan’a ise neredeyse beş asır hükmettik; Ortodoks nüfus yerli yerinde duruyor.
fakat onların eline geçince de Türk/Müslüman kıyımı yaşattılar
Bizim medeniyetimizin farkı işte burada. Herkesin can ve mal emniyeti mevcut.
Benzeri soykırım bu gün Kudüs topraklarında yaşanıyor.
....
Türkiye ve Kıbrıs Türkleri basiretli, sabırlı ve metanetli bir politika izlemeseydi, Kıbrıs Türklerinin kaderi Kudüs vilayetimizin bu günkü halinden ve Filistin halkından farklı olmayacaktı.
Her ikisi de İngiliz yönetiminden 2. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası müzakere süreçleri sonucunda çıkan bu iki halkın farklı kaderleri, bugün Kıbrıs sorununu tartışan herkes için bir ibret vesilesi olmalıdır.
İki Çözüm: Filistin 1947, Kıbrıs 1960
2. Dünya Savaşı bittiğinde Britanya koloni imparatorluğu çözülme sürecine girmişti. İngiltere, Orta Doğu ve Akdeniz’de askeri ve siyasi hegemonyayı yeni süper güç ABD’ye devrederek çekilirken, ilk olarak Filistin’deki manda, ardından da Kıbrıs’taki koloni yönetimine son verdi.
ama meseleyi de çözmeden milletleri sürekli kavga eder hale getirdi.
İki Devlet: KKTC ve Filistin
Aradan geçen sürede Filistin tarafı, uluslararası hukuktan kaynaklanan bağımsız devlet kurma hakkını kullanmak istese de, Batının İsrail’e devam eden desteği, bunu yapmalarına engel olmuştur.
Ancak Filistin’de olduğu gibi burada da, iki toplum arasındaki siyasi ve fiziki ayrılığın kalıcı hale gelmesine karşın uluslararası toplum, çözüm için öngördüğü temel parametreleri değiştirmemiş, iki halkın tek bir devlet altında yeniden bir araya gelmesinde ısrar ederken Rum Kesimi Yönetimini adanın tamamının tek ve meşru hükümeti olarak tanımıştır.
İsrail’in işgal politikaları kalıcılaşırken, uluslararası toplum soruna yaklaşımına şekil veren temel parametrelerinde yine bir değişiklik yapmamış ve iki halkın iki devlet oluşturmasını savunmaya devam etmiş, ama Filistin’in egemenliğini tesis edebilmesi için İsrail’in işgal politikasını sona erdirecek etkin adımlar da atmamıştır.
Gelinen noktada Filistin tarafı, kendi egemen devlet statüsünün uluslararası toplumca tanınmasını talep ederken, İsrail tarafı uluslararası toplum tarafından yasadışı kabul edilen işgal ve yerleşim politikasını sürdürerek Filistinlilerin işgal altındaki topraklardaki hakimiyetini sistemli biçimde azaltmaya çalışmaktadır.
Gelinen noktada
Türk tarafı, adadaki iki halkın,
Rum tarafı ise Türkleri AB içerisinde bir azınlık statüsüne ikna etmeye çalışmaktadır.
Kıbrıs Rum Kesimi AB’ye tam üyeliğin verdiği imkanları amaçlarına ulaşmak için serbestçe kullanabilmektedir.
Birleşmiş Milletler, yakın zamanda Genel Sekreterin şahsi temsilcisi Maria Angela Holguin Cuellar aracılığıyla Türk tarafının eşit egemenliğinin (Yani KKTC’nin) tanınması yönünde bir açılım olmayacağını Türk tarafına iletmiştir.
Eğer Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs sorununun başlangıcından bu yana Türkiye’nin desteğine sahip olmasaydı, zaman içinde Filistin halkının kaderine benzer bir kaderle karşılaşarak, önce azınlık statüsüne indirgenmeleri, ardından adadan tedricen uzaklaştırılmaları kaçınılmaz olacaktı. Rum tarafını amaçlarına ulaşmaktan alıkoyan en önemli unsur, Türkiye’nin garantörlüğü sayesinde Kıbrıs Türklerine yönelik süregelen desteğidir.
,,
İsrail’in sağcı hükümetleri, zamanla iki devletli çözümün uygulanmasını fiilen imkansız hale getirerek Batı’nın ve Körfez ülkelerinin de desteği ile Filistin halkını azınlık statüsüne ikna edebileceğini düşünmektedir.
Kıbrıs’ta ise Rum Yönetimi, zamanla Kıbrıs Türklerini izolasyon ve ambargolarla sıkıştırıp, AB vatandaşlığı yoluyla da cezbedebileceğine; AB’nin siyasi ve ekonomik ağırlığını kullanarak Türkiye’yi Kıbrıs Türklerine verdiği desteği sona erdirmeye zorlayabileceğine inanmaktadır. Ancak tarihsel süreç, uluslararası toplumdan ya da soydaşlarından destek alsalar da, almasalar da, her iki vakada da temel parametrelerden biri olan kurucu halk statüsünün, Filistinlilerce de, Kıbrıs Türklerince de kolay kolay terk edilmeyeceğini göstermektedir.
Kudüs vilayetimizin tümünde içinde zulmün bitmesi ve ve soykırımın önlenmesi için Tıpkı Kıbrıs da olduğu gibi
Türkiye'nin garantörlüğüne
Bayrağımızın Kudüs semalarında dalgalanmasına acil ihtiyaç vardır.
Ve olacak olacaktır, İnşaAllah. Bu gün değilse yarın.
Gazze direnişi, boş değil.
Kudüs’ün “Hala Sultanın hürriyeti “hayal değil.
Zira
‘Sende; bütünlenir coğrafya, sende dirilir
Sen; sembolüsün büyük davaların”
..
“Dengeler değişir, paktlar yıkılır
Yakındır; öldü denen aslan dirilir”
Necati Çavdar

https://www.facebook.com/necati.cavdar/posts/pfbid0x5vU5AJ1cKBW1r6L7yuA5cM7B2bB3R5ZK8HUjDJgnWGoSfyKJyt5L6V4SCzbVmxol
İstatistikleri gör
Bir Gönderiyi Öne Çıkar
Tüm ifadeler:
İbrahim Saraç, Zekeriya Çavuş ve 3 diğer kişi

Özel yetkili "15 günde onbeş yasa " mucidi İthal BAKAN, DSP yi dağıtıp İsmail Cem'e çalım atarak CHP den vekil yapılan Kemal Derviş , ölmüş.. Catherine ve chp nin başı sağ olsun..

  Necati Çavdar'ın gönderisi Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook Facebook...